AKP RETORİĞİNİN GEOMETRİSİ – 2

Teğetler Kümesinin Elemanları

ya da

T= {1848, 1929, 1973, 1996, 2008, 2015(?)}

İktisadi, sosyal, tarihi bir sistem olan kapitalist dünya-sistemi, kendi tarihi boyunca bir sürü iktisadi krize gebe oldu, oluyor – ve bir süre daha olacak gibi duruyor. Kapitalizm, bu krizlerden her seferinde yeni katılanlarla birlikte genişleyen alt-sınıflar yaratarak kurtuldu. Ve gene her seferinde üst-sınıflar için, sermayenin yer değiştirmeleriyle (relocation) ve daha konsantre/tekelci bir sermaye birikimi eğilimiyle ‘çözüldü’. Zenginliğin tekrar-dağıtımı her seferinde daha adaletsiz hale geldi. Bu yer değiştirmeler ve adaletsizlikler hem coğrafi hem iktisadi alanda görülüyordu. 2008’deki Mortgage Krizi, ya da diğer bir adıyla “bankacılık krizi”, kapitalizmin tarih sahnesindeki, küresel iktisadi krizlerinden sadece bir tanesiydi.

Bu genel bilgilerden sonra, bir süreliğine odağımızı, kapitalizmin krizlerinden AKP retoriğine çevirelim. Eski başbakan, yeni cumhurbaşkanı Erdoğan’ın krize dair 18 Ekim 2008 tarihli açıklamaları şöyleydi: “Küresel ekonomik kriz dünyada ciddi bir etki yarattı. İnşallah bizi teğet geçecek ve biz bunu en az zayiatla atlatacağız. Halen buna körükle gidenler var.” Recep Tayyip Erdoğan’ın konuyu bir kere daha gündeme taşıyan 3 Nisan 2009 tarihli açıklamaları ise durumu şöyle tanımlıyordu: “Bu kriz bizi teğet geçecek” dedim, rahatsız olanlar oldu. Aynı ifadede ısrar ediyorum. Teğet geçti demek etkilenmedi demek değil. Sürtünme, aşınma payı var ama en az bizi etkiler.”

Erdoğan’ın açıklamaları sonrasında; teorisyenlerden köşe yazarlarına, sözlükçülerden (≥≥) mizahçılara (≥≥) kadar tüm muhalif çevreler, krizin bizi nasıl ‘teğet’ geçtiğiyle ilgili eleştirilerini sundular. Bu eleştiriler, Erdoğan’ın Gezi Direnişi süresince de tekrarladığı gibi, ‘siz/biz’ ayrımının, politik ve kaçınılmaz olarak, iktisadi bir ayrım anlamına geldiğini gözler önüne koyuyordu. Ve sonuna kadar haklıydılar. Krizin kimi ‘teğet’ geçtiği ve kimi geçmediği geçtiğimiz 6 yıllık süreçte çok detaylı bir şekilde görüldü.

Odağımızı, Erdoğan’ın ikinci açıklamasına çevirdiğimiz de, kendisinin ‘teğetin geometrik anlamı’ bağlamındaki farkındalığını görmekteyiz. Öklid’in teğetiyle, Erdoğan’ın teğeti arasında bir sentez yapıldığı takdirde, bu açıklamaların, bir önceki yazımda (≥≥) belirttiğim gibi, bilinçdışından fırlayan bir “politik gaf” olduğunu görülür. Aslında açıklamaların alt-metni şudur:

“Kriz, Türkiye’yi etkileyecektir, hem de sürterek ve aşındırarak. Fakat (İnşallah!) gelinen bu ‘nokta’da, ‘biz’i değil ‘siz’i etkileyecektir.”

Yazının en başında belirttiğim gibi, tarihin bir cilvesi(!) olarak, o sürten ve aşındıran bütün teğetler, dairenin hep aynı noktasına denk geliyor. Bu nokta gittikçe büyüyen, genişleyen ve fakirleşen alt-sınıflardır. Teğet metaforuyla anlatılmak istenen budur.

Teğetlerin Analitik Geometrisi

Bu kısma başlamadan önce, kendimle ilgili bir konuya açıklık getirmek isterim. Sosyal Bilimler konusunda, objektif/nesnel olma iddiasındaki positivist ve empirik gözleme dayalı Kartezyen-Newtoncu paradigmayı (Cartesian-Newtonian paradigm) doğru bulmuyorum. Analizlerinde tahmin edilebilirlik (predictability) ve bilimsel determinizmi kullanan ve savunan bu metodolojiler, kendi teorilerini geçmişe dönük (retrospective) ve keyfi olarak seçilmiş tarihsel örneklerle ispat etmeye ve haklı çıkarmaya çalıştılar. Bir taraftan, bazı tarihi olaylar/kişiler/kurumlar/anlatılar, bu bakış açısının önerdiklerinin aksini kanıtladığı için görmezden gelindi ve böylece tarih bir anlatı olmaktan çıkıp dogmaya dönüştü. Öte taraftan, tarihin belli bir ideoloji çerçevesinde okunması, kaçınılmaz olarak öznel olması anlamına gelir. Ki bu nesnel olma iddiasını oksimoron bir paradoksun içine iter.

Bu yüzden, nesnel olma iddiasında değilim. Tam tersine, sonuna kadar öznelliğimi korumaya kararlıyım. Lakin birazdan yapacağım açıklamalar matematiksel bilgiler içermektedir ve aynı zamanda tarihin spesifik dönemlerinden bahsetmektedir. Buradaki kullanacağım analitik yöntem ve tarihyazımı (historiography), iki sebepten kaynaklanmaktadır.

Birincisi, yukarıda bahsettiğim bilimsel değerler/dogmalar üzerine kurulu bu iktisadi/finansal sistem, bu değerler kullanılarak açıklanabilir, tabii bir noktaya kadar. Çünkü olayların tarihi (the history of events), yapısı gereği kaotiktir.

İkincisi, her yazma eylemi gibi, bu yazı da bir beyin jimnastiğidir. Ve analitik geometri bir yöntembilim olarak tarihin öznelliğini yansıtmasa da tartışma zemini hazırladığı için kolektif bir beyin jimnastiğidir. Bu noktada, işin matematiğinde ve tablonun hazırlanmasında bana yardım eden ağabeyim Erman Alptekin’e de teşekkürü borç bilirim. Şimdi konuya geri dönüyorum.

Varmak istediğim noktaya ulaşmak için, öncelikle tarihteki (keyfi olarak seçtiğim) iktisadi ve politik krizlerden kısa örnekler vermem gerekiyor.

  • 1848 dünya tarihinde önemli bir yıldı; hem 1827-32 ve 1837 (Panic of 1837)’den devralınan iktisadi kriz açısından, hem de Avrupa’da halk kitlelerinin örgütlenmeleri ve devlet gücünü ele geçirme konusundaki azimleri açısından.
  • 1929’daki Wall Street iflası, diğer adıyla Büyük İflas, kapitalizmin tarihindeki bir diğer büyük krizdi. Almanya’da ve İtalya’da faşizmin yükselişi gibi politik olaylar vasıtasıyla İkinci Dünya Savaşı’na zemin hazırladı.
  • 1968’de kitlelerin örgütlenmesiyle kendini belli etmeye başlayan ekonomik kriz, Batı’nın tabiriyle Üçüncü Dünya olarak adlandırılan ülkelerde, özellikle Latin Amerika’da, ithal ikamecilik olarak bilinen ekonomik modelin kaçınılmaz çöküşüyle devam etti. 1970’lerin enerji krizlerinden biri olan 1973 Petrol Krizi ve akabinde neoliberal politikaların dünya çapında dayatılmasıyla sona erdi. Bretton Woods, altın standardı sistemi yerle yeksan oldu.
  • Kar marjı azalan üretim biçimlerinin, sermayenin coğrafi relokasyonu çerçevesinde, çevre ülkelere ithal edilmesiyle, 1996’da neoliberal küresel kriz kendini bir kez daha hissettirmeye başladı. Ki buna en iyi örnek de, 1997 Asya Kaplanları’nın (Hong Kong, Singapur, Güney Kore ve Tayvan) krizi ve Türkiye’ye geç ithal edilen 2001 krizidir.
  • Ve son olarak 2008 yılında ‘biz’i o kadar da teğet geçmeyen Mortgage Krizi. Dünyada inşaat sektörünün şişmesiyle yaşanan bu finansal kriz, Türkiye’nin ekonomisini çok etkilememiş gibi gösterildi. 2008’den itibaren Türkiye’de ‘gelişen’ inşaat sektörü, yukarıda bahsettiğimiz kar marjı azalan bir sektörün Türkiye’ye ithal edilmesinden başka bir şey değil. Ve ne yazık ki, bu balonun patlaması kaçınılmaz.

Bu noktada, keyfi olarak ‘koyu’ yazdığım ekonomik kriz tarihlerini eleştirecekler olabilir ve büyük ihtimalle haklı olacaklardır. Fakat tartışmak istediğim, küresel krizlerin hatasız tarihlerini vermek değil, sıklaşarak tekrarlandıklarını göstermek. Bu yeni bir olgu da değil. Lakin bir nokta aydınlatılmalıdır. Bu krizler ne kadar daha sıklaşabilirler?

1848 öncesine gidersek, Uzun On Yedinci Yüzyıl (1600-1750), Avrupa’da sayısız ekonomik daralmanın  (özellikle kriz demiyorum) ve politik krizin patlak verdiği bir dönemdi. Kapitalizm, bu dönemden, merkezileşmiş politik yapılar ve “bir” küresel ekonomik sistemle çıktı. Bu durum, Dünya Sistemi Analizi’ni kullananlar tarafından (Wallerstein gibi), Kapitalist Dünya-Ekonomisi olarak adlandırılıyor. Bütün dünyayı kapsadığı için değil, kendi içindeki ilişkiler ağıyla, kendine bir dünya yarattığı için. 1492’de coğrafi keşiflerle başlayan ve daha sonraki dönemlerde diğer coğrafi bölgeleri içine katarak yayılan bu sistem, bugün neredeyse dünyanın tamamını kapsayan bir noktaya geldi. Ve daha fazla genişleyecek alan kalmadı. Bunun sonucu, sıklaşarak artan ekonomik krizlerdir.

Benim verdiğim tarihleri baz alırsak; krizler arası zaman aralıkları şöyle ilerliyor: 1848-1929 arası 81 yıl, 1929-1973 arası 44 yıl, 1973-1996 arası 23 yıl ve 1996-2008 arası 12 yıl. Basit bir aritmetikle, bir sonrakinin 6.2 yıl sonra olacağını görüyoruz. 2015, teğet noktasında olanlar için zor bir yıl olacak gibi görünüyor.

image001

Bu denklemle devam edildiği takdirde, krizler arası zaman aralıklarının kısaldığı ve bu fonksiyonun sıfır (“0”) noktasına limiti alınırsa zaman aralıklarının saliselere(!) kadar düşeceği görülüyor. Tabii kriz aralıklarının saliselere düşmesi işin esprisi ve ne yazık ki gerçek hayatta görülmesi pek mümkün değil. İşte bu noktada, yani “sürekli kriz” noktasında, yaşanacak olanlar, olayların tarihinin kaotikliği içerisinde, yani sınıfların (yerel ve küresel) mücadelesiyle belirlenecek. Diğer bir deyişle, Wallerstein’ın dediği gibi, mücadelenin sonucunu, bu sistemik sürecin çatallaşması (the bifurcation of systemic processes) noktasında, mücadelelerin tahmin edilemez olma özelliği (unpredictability) belirleyecek. ‘Sizler’in, yani teğet geçmeyen noktaların, hedef alacağınız bir 2023’ünüz olmayabilir.

“Televizyonlarını yeni kapayanlar”; beton kültürünün (ve Taksim Meydan’ındaki beton pornosunun), her yere dikilen sitelerin, güneşi sıvamaya çalışan gökdelenlerin, nehirleri kurutan barajların, binlercesine mezar olan madenlerin, insanları birbirinden ayıran köprülerin, “adaletin” ve saraylarının, toprağı kaplayan AVM’lerin ve diğerlerinin sebep ve sonuçlarının farkına varmaya başladılar.

Gezi Direnişi, halkların krizlere verdiği öncül tepkinin en güzel kanıtı. Akademinin yıllardır çözmeye çalıştığı ve bir türlü çözemediği ekonomik krizlerin yapısı ve döngüsel hareketlerini anlamanın en iyi yolu toplumsal hareketlere bakmaktır. Çünkü okumak her zaman anlamanın en iyi yolu olmayabilir. Fakat teğet geçtiği noktadaki, bu aşınma ve sürtünme, bir sürü insanın gündelik hayatına direkt etki etmiştir. Ve insanlar, bu krizleri, okuyarak değil yaşayarak öğrenmişlerdir. Ekonomik sıkıntıları takip eden politik ve sosyal baskılar Gezi Parkı’nda “daha güzel bir dünyanın mümkün” olabileceğini umut eden ve gösteren bir toplumsal harekete dönüşmüştür. Ve dahası, krizlerin zaman aralıklarının kısalmasından da anlaşılacağı gibi: “Bu Daha Başlangıç”.

Okuyan herkese teşekkür ederim.

Onur Alptekin

18.12.2014

AKP RETORİĞİNİN GEOMETRİSİ – 2’ için 10 yanıt

  1. Evet,okumaya büyük bir heyecan ve gurur ile devam ediyorum.Yaşayarak bir çok şey öğrendik kuşkusuz, ama çocuklarımızdan öğrenecek ne çok şeyimiz var daha.

    1. Kuzguna yavrusu meselesi yoksa ortada bence herkesin okuması gereken bir yazı !!

  2. Face de paylaşırken şöyle yazmıştım ;
    “Onur Alptekin: Belleyin ve bekleyin.”
    Seninle gurur duyuyorum.

  3. Doğrusal, doğrusal olmayan dünya, kapitalizmin devresel krizleri, emperyalizm ve aşamaları, genel bunalım, emekçi sınıflar, kapitalist sınıflar, jeopolitik arena, sınıf çatışmalarının günümüzdeki şekillenişi, üretici güçlerin gelişim seviyesi gibi üzerinde durulması gereken ne çok konu ve kavramsal çerçeve var…Aslında tüm bunları, birbiriyle ilişkilerini, günümüz halklarının mücadeleleri için yol gösterici politikalar üretecek şekilde yorumlamaya ihtiyaç duyuyoruz. Sevgili Onur, bu yolda ilerlediğini görüyor ve seni kutluyorum.

  4. Sevgili Ercu;
    “Kuzguna yavrusu…”ndan cok “boynuz kulagi gecti” tabiri gecerli burada, eger soylememe izin verirsen : ).

    Sevgili Onur;
    Baba’nin Mete80’li bir arkadasi olarak ve gozlerim yasararak seni tebrik ediyor, yazilarinin devamini bekliyorum.

onuralptekin için bir cevap yazın Cevabı iptal et